“Hayat bir mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır: Galip olmak, mağlup olmak.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
”Bir gün dönüp geçmişe baktığınızda, mücadelelerle geçen yılların hayatınızın en güzel yılları olduğunu fark edeceksiniz.”
Sifmund FREUD
Hayat; insanlığın topyekün halde, gruplar halinde ya da bireysel anlamda verdiği pek çok mücadeleden oluşur. Her mücadelenin bir kazananı, bir de kaybedeni vardır. Kimi zafer ve kayıplar, galip ya da mağlubun hayatında köklü değişikliklere sebep olurken kimileriyse hayatın rutininde gözle görülebilecek etkilere dahi sebep olmaz. Kimileri galibiyetlerini ya da mağlubiyetlerini olduğundan çok büyük ya da çok küçük görme/gösterme eğilimindeyken kimleri de gerçekçi bir bakış açısı ile olan ne ise onu görmektedir. Galibiyetlerin zaten kabullenmeyi zorlaştıran bir tarafı yoktur da kimileri mağlubiyetlerini kolaylıkla sineye çekip süreci sağlıklı devam ettirirken kimileriyse yenilgiyi kabullenmekte oldukça zorlanır. Mağlubiyetin sebep olduğu yeni durumlara adaptasyon sürecini tamamlayıp hayatı yeni bir rutine oturtmaktansa yenilginin hazımsızlığı etrafında bocalar durur bazıları…
Girdiği tüm mücadelelerden ya da çoğundan zaferle ayrılmış insanlar için yenilginin hazmının zor olması, beklenmedik bir durum değildir aslında. Çünkü zaferlere alışmış bünye için yenilgi, başarısızlığın kendine has olumsuz havasının yanında, alışılmışın dışında olması sebebiyle de bir şok yaratacaktır. Önemli olan bu şokun etkisinden mümkün olduğunca çabuk kurtulup ileriye bakabilmektir. Baktığında ileride gördüğü şey ne denli olumlu olursa yenilginin negatif etkilerinden kurtulması o kadar kolay olacaktır. Ancak gördüğü şey kayıp ve karanlıktan başka bir şey değilse; birey ya da bireylerin oluşturduğu organizma, anlamsız çırpınışlarına son vermekte zorlanacak, bocalamaya devam edecektir. Bireyin doymak bilmez ilkel benliği, belki de egosu tarafından tutulan tasmasından kurtulacak ve gözünü bürüyen zafer hırsı, yeni ve daha büyük hüsranlara yol açacak; mağlubu içinden çıkılmaz bir karanlığa hapsedecektir.
Yenilginin algılanış biçiminin yanında yenilgiye sebep olan etkenlerin algılanış biçimi de önemlidir. Heider’e göre bireyler, olayları genel olarak içsel durumlara dayandırarak açıklarlar. Buna psikolojide içsel atıf denir. Tam tersine yani olayları dışsal sebeplere dayandırarak açıklamaya ise dışsal atıf denir. Basit bir örnek üzerinde somutlaştıralım. Eğer bir öğrenci biyoloji dersinden zayıf not almış ve bunu çok çalışmamak, sınava uykusuz girmek, biyolojiye ilgi duymamak gibi kendinden kaynaklanan durumlarla açıklıyorsa o öğrenci daha çok içsel atıfta bulunma eğilimindedir. Düşük not almasının sebebini hocanın zor sormasına, sürenin yetersiz olmasına, ortamın gürültülü olmasına vb. bağlıyorsa; dışsal atıf yapma eğilimindedir.
İçsel atıflar mı daha sağlıklıdır yoksa dışsal atıflar mı? Böyle bir kıyasa girmek oldukça mantıksızdır. Çünkü olaylar içsel sebeplerden kaynaklanabileceği gibi dışsal sebeplerden de kaynaklanabilir. Hatta olaylar genelde sadece birey ya da sadece çevre kaynaklı değil, iki etkenin birleşmesiyle gelişir. Bir atıfın ne denli sağlıklı olduğunu, ne denli gerçekçi olduğu belirler. Yenilginin sebebi dışsal kaynaklı olduğu halde bunu içsel dinamikleriyle açıklamaya çalışan insan, kendisini boşuna sıkıntıya sokuyor demektir. Çünkü şartlar uygun olduğunda benzer bir mücadeleden zaferle ayrılacaktır. Yenilginin sebebi içsel kaynaklı olduğu halde suçu başkalarında arayan insan ise sadece çevresindekilere zarar vermekle kalmayıp, gerçekçi düşünmeye başlamadığı sürece asla galip olamayacaktır. Ne yazık ki genelde etrafımız bu ikinci kategorideki insanlarca çevrilidir…
Erikson, Psikososyal Gelişim Kuramı’nda gelişimin son evresini “Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk” olarak adlandırmıştır. Hayatta zaferlerin olduğu kadar yenilgilerin de olduğunu bilen ve her iki olguyu da olgunlukla karşılayabilen insanlar yaşamlarının sonlarını benlik bütünlüğü duygusu içerisinde geçireceklerdir. Onlar, bir hayatı yaşanması gerektiği gibi yaşadıklarının bilincinde ve bu yüzden huzurludurlar. Yenilgiyi hazmedemediği gibi çevresindekilere de eziyete dönüştüren insanlar ise ömrünün bu son evresini umutsuzluk ve ölüm korkusu içinde geçireceklerdir…
Kim umutsuz bir sonu huzura tercih etmek ister ki?